Ana Sayfa
İletişim
Ziyaretçi defteri
KUTSAL KİTAP
İSLAMİYET VE SORULAR
PAPA VE KİLİSE
ÇOK ESKİ HRİSTİYAN VAAZLARI
SIRLI OLAYLAR
MİSYONERLİK
NEDEN HRİSTİYAN OLDULAR
KİTAPLAR
=> Meryem Ana Evi'nin Esrarı
=> Kutsal Bakire
=> MeryemAna Efeste Kalıyor
=> Hayat Sözü
İSA MESİH
ARAŞTIRMALAR
Meryem Ana Evi'nin Esrarı

Meryem Ana Evinin Esrarı

 

İsa’nın haçı yanında, annesi, annesinin kız kardeşi (Kleopas’ın zevcesi) Meryem ve Magdala’lý Meryem bulunmakta idiler.Annesini ve onun yanýnda sevdiði havariyi gören Ýsa, annesine: ‘’İşte Oðlun’’, Sonra havariye: ‘’İşte annen’’demiþtir. Bu andan itibaren, havari onu evine aldý. (Yuhanna 19,25-27)

Efes'teki Meryem Ana Evi'nin esrarı, daha geniş bir esrarı yansıt­maktadır. Bu sır Meryem'in (oğlu İsa'nın ölümü ve dirilişinden son­ra) yaşadığı yerlere aittir.
Günümüze kadar devam eden araştırmalara rağmen, Meryem Ana' nın hayatı ile ilgili ayrıntıları gün ışığına çıkarmak mümkün olama­mıştır. İnsanlara İsa'yı tanıtmayı havarilere bırakan Meryem, gizli yaşamaya titizlik göstermiştir.
Mektuplarında, Meryem Ana'nın kişiliği hakkında her zaman say­gılı bir suskunluk sürdüren Aziz Pavlus, İsa'nın annesi ile Efes'in büyük tanrıçası Artemis arasında yapılacak hızlı bir mukayeseden korkmuş olmalıydı. Aziz Pavlus'un Konya'ya bir seyahati esnasında Konyalılar tarafından tanrılaştırılmak istenmemiş mi? Daha sonraları IV yüzyıl­da Koliridien'lerin (Putperest bir kavim) Meryem Ana'ya kurbanlar sunduğunu görmemiş miydik?.
İlk asırlarda Hıristiyanların alakası her şeyden önce İsa'nın kişi­liği üzerine yönelmiştir. Annesinin hayatı ile ilgili ve özellikle son yıl­ları geçirdiği yerlerin ayrıntılarını elde etmek sonraya bırakılmış ol­ması gayet normaldir.
Amacımız Meryem Ana'daki bakire Meryem'in yaşamı ile ilgili soruna yorucu bir etüd girişimi ile değil, sadece ilk hamlede birinci ve altıncı yüzyıl arası kilise yazarlarının yardımı ile Yuhanna ve Meryem'in Efes'teki yaşantılarını ispatlamaktır.
Kudüs'teki Meryem Ana'nın ölümü sorununu, yani VII yüzyılda belirlenen tezi, bile bile bir kenara bırakacağız. İkinci kısımda Mer­yem'in bu kutsal yerlerle ilgili olarak arkeoloji, haç ziyaretleri ve kilise otoritelerinin davranışına değinerek, on dokuzuncu yüzyılda keşfedilen Meryem'e ithaf edilen bu mabedi anlatacağız.

MERYEM EFES'TE

Aziz Yuhanna tarafından yazılmış incil'in bir yerinde sanki Meryem'in Efes'e gelişini bize telkin etmektedir. Ananeye göre Aziz Yuhanna İncil'ini Efesliler için yazdı. Konusu, Efeslilerin sorunlarına, Efeslilerin ken­disine sordukları sorulara ve bu Hıristiyanlara verdiği cevapları yan­sımaktadır. Bütün bu sorular arasında, bir tanesi oldukça sık sık sorulmuşa benzer. Bu sorunun muhteviyatı Petrus'un ve Yuhanna'nın rolünü içermekteydi. Neden Meryem, Yuhanna ile hep birlikte idi de, neden Petrus ile birlikte hiç olmamıştı? Gerçekte: Meryem, İsa tarafından kilise başına oturtulan Petrus'un yanında zaman zaman kalabilirdi. Kişisel fıkraları sevmeyen Yuhanna, kendini bir değer olarak göstermekten hoş­lanmamasına rağmen, İncil'ine, Efes Hıristiyanlarının problemleri ile ilgili, hatta içlerinden birkaçını tedirgin edecek şekilde bazı ayetler koyacaktır. Ayni şekilde, Efes'te Yuhanna'nın yanında Meryem'in mevcu­diyeti üzerine de ışık tutulmalıdır.
Tanrıbilimi, dindarlık sadece dolaylı yoldan bir metne dayanmakta-dır. Bu metin, kendine öz tabirleriyle tarihe ("bu andan iti­baren") ve coğraf-yaya ("evine") aftetmektedir. Aziz Yuhanna'nın kendini anlatma zevki için Efesliler'e hikâyeler anlattığını veya Meryem'i sadece İsa'nın ıstırapları ve ölümü nedeniyle yanına aldığını, yoksa İsa'nın annesini ilk gördüğü anda, böyle bir hareket yapmayacağını düşünmek gerektir.
İsa tarafından, birbirlerine emanet edilen Meryem ve Yuhanna, İsa'nın son arzularından birine saygı göstermek mecburiyetinde kaldılar. Her ne kadar havarilik görevlerini yerine getirmek için Meryem'i yalnız bıraktıysa da, gittiği uzak yerlerde bile, Yuhanna yokluğunu fazla uzat­mamıştır.
Başlangıçta ihtimal Kudüs'te kaldılar, fakat Filistin başkentinde Hıristiyan camiası geliştikçe, Yahudi otoritelerinin öfkesi çoğalıyor­du. Zulüm, M.S. 36 senesinde havarilerin şakirtlerinden Stefanos'un taşla öldürülmesi ile başlar. Böylece Hıristiyanlar Jüde ve Samari'ye dağılmağa başlarlar. Masum bebekleri öldürten katil kralın torunu ve Yuhanna Baptist'in boynunu vurdu-ran kralın oğlu I. Agrippa, M.S. 41 yı­lında tahta çıkınca taraftarlarına kendisi-ni beğendirmek İçin havari Yuhanna'nın kardeşi Yakub'un öldürülmesinden sonra, havarilerin başı Petrus'un de hapsedilmesini emreder. Bütün bunlar camiada büyük bir heyecana yol açar, 60 yaşına yaklaşmasına rağmen Meryem hala yiğitçe davranır.
Bütün havarilerin Filistin'i terkettiği bir anda, Aziz Yuhanna'nın, Mer­yem ile birlikte Filistin'de dağın veya çölün bir yerinde saklanma ve­ya Meryem'i tek başına Filistin'de bırakma riskini göze aldığını dü­şünmek bile oldukça zordur, kaldı ki yazar Eusebe kesin olarak Aziz Yuhanna'nın bu devirde Asya'ya gittiğini söyler (O devirde Asya kelimesi­nin anlamı, Roma terimlerine göre sadece Efes bölgesini kastetmek­tedir.) İsa'nın son arzularına karşı Yuhanna'nın duyduğu his ve saygıyı göz önüne alırsak, Meryem'in huzurlu bir hayat sürmesi için beraberinde götürdüğünü düşünmek gayet doğaldır.

Şu iki noktaya eğilmekte yarar vardır: Birincisi 37'den 49 sene­sine kadar, Yuhanna'nın hayatı ile ilgili bir hususun kutsal yazılarda belir­tilmemesi, ikincisi ise Asya'da (Efes) bir kaç yıl kalmasına rağmen Aziz Pavlus'a Asya Havarisi ünvanının verilmemesidir. Bundan başka Pavlus ve Silas 50 yılında Efes'in kuzeyindeki Frikya ve Galatia böl­gelerine gidip vaaz etmeleri oldukça tuhaf ve şaşırtıcıdır.
Aziz Yuhanna, Hrisostom'a göre onların bu bölgede buluşmamaları, Yuhanna'nın önceden belli bir süreden beri Asya ve çevresinde yerleşmiş olması ve bu böl­gede kilise kurmasından dolayıdır.
Sonuç olarak, eğer Yuhanna 67 yılında, Pavlus'un din uğruna öldürül­mesinden sonra Efes'e gelmiş olsaydı, yaşlanmaya yüz tutmuş haliy­le Anadoludaki yedi kilisenin güç yollarını baştan başa nasıl dolaşabi­lirdi? Bu kiliselerle çok ilgilenmişti, bunları bizzat kendisi ziyaret etmişti. Eğer kilise 25 sene evvel Pavlus tarafından kurulmuş olsa idi, neden kilise kurucularına verilen Asya havarisi unvanı Yuhanna'ya ve­rildi? Kutsal yazılardan alınan verilere göre Meryem ve Yuhanna 42 yılına doğru Efes'e geldikleri anlaşılmaktadır.

Şimdiye kadar, Yuhanna'nın Efes'te ikameti ile ilgili bir kayıta rastlan­mamış ise de, II ve III yüzyıllara ait bir çok yazı bu vakanın gerçekli­ğini ispatlamak-tadır. Diğerleri arasında, Aziz İreneus, Polikarp, Hipolit, Eusebe, Ýskenderyeli Klement ve Origen'i analým. Bütün bu yazarlar, Aziz Yuhanna'nýn ölümünden sonra yazmaktadýrlar. 203 yýlýnda ölen Aziz Ýreneus, havari Yuhanna'nýn öðrencisi olan Aziz Polikarp'ý tanýmýþtý. Öyle ise olaylara çok yakýn olup Yuhanna'nýn Ýncil'ini Efes'te yazdýðýný doðrulamak­tadýr. Efes baþpiskoposu Polikarp'ýn, Papa Aziz Viktor'a (189-199) yazdýðý ikinci mektubunda, Yuhanna'ya ait kabrin Efes'te olduðunu belirt­mesi son derece ilginç olaylardan biridir. 215 yýlýnda ölen Ýskenderyeli Klement'e, bilgin Origen (185-253) Asya baþkentinde Yuhanna'nýn ha­yatý ve ölümü hakkýnda bilgi vermektedirler.

265-340) senelerinde yaşamış olan kilise tarihçisi Evsebus, Ku­düs'teki zulüm sýrasýnda, havarilerin daðýldýðýný ve Yuhanna'nýn Asya'da yaþayýp Efes'te öldüðünü beyan eder. Yuhanna'nýn Efes'teki yaþantýsýný ispat­layan yazarlarýn çoðunluðu tarihin baþka bir olayýnda rastlamak en­derdir

Şüphesiz Meryem'den direkt olarak konuşulmamaktadır, fakat Hıristiyanlığın ilk dönemindeki yazıların, sadece "Havariler" ve "Hı­ristiyan cemaatının destekleri" olan kişilerden bahsettikleri bilinmek­tedir. Bu sıralarda Meryem bir bakıma gizli mütevazi hayatını sürdür­mektedir.
Oysa, IV cü yüzyıl yazarlarından biri, özel bir anmayı hak etmiş­tir. Kudüs'te 52 yaşına kadar yaşayan Aziz Epifan şöyle yazmaktadır: "Belli bir süre için Yuhanna'nın Asya'ya gittiği olgusu doğrulanmasına rağ­men, seyahat arkadaşı olarak Meryem'i beraber götürdüğünü hiçbir yerde belirtmemektedir, bu konuda kutsal yazılar susmaktadırlar." Epifan'a, Meryem'in Efes'e gidişi hakkında bir bilgiye rastlanmamış olması, hiç bir şeyi ispatlamayacağı cevabı verilebilir. Eğer "Havari­lerin Eylemleri" adlı eserde Aziz Petrus'un Antakya'ya geçişini ve Roma' da ikameti ve din uğruna öldürülmesi vakalarını bilmemezlikten ge­liyorsa Yuhanna'nın, Meryem ile birlikte Efes'e gelişleri hakkında, bilgilere yer vermemesi niye tenkit konusu olsun?
Fakat, Epifan'ın yazısı, Meryem'in Efes'teki mevcudiyetine is­temeyerek bir delil getirmektedir.

"Panarion" adlı eserde, Efes'teki Yuhanna ve Meryem'i örnek alarak bazı keşişlerin, inzivaya çekilmiş bazı kadınlarla, dini ideal uğruna yaşamak istedikleri belirtilmektedir. Ankara Konsili (314) ve Aziz Jerom (347-419) yayılmağa yüz tutmuş bu adeti kınamışlardı."Mer­yem her zaman Kudüs'te kaldı. Şu yerde onun kabrini gördük, hiç bir zaman, O Yuhanna ile beraber Efes'te yaşamamıştır" diye direkt bir şekilde keşişlerin ağzını kapatabilmek için, bu sözleri sarfetmek, Epifan için daha kolay bir şey olamazdı.
Böyle bir delil çürütülemezdi. Fakat Kudüs'te yaşamalarına rağmen, Yuhanna ve Meryem'in Efes'te yaşadıklarını anlatan keşişlerin kar­şısında Epifan sessiz kalıyor. Onlara karşı sadece ahlak anlamından çıkarılmış deliller kullanabilir. Efes'teki Meryem sorunu sadece kutsal yazıların suskun-luğu ile karşılaştırılabilir.
IV cü yüzyılın, Kudüs ile ilgili topografyasını ihtiva eden, büyük otoriteler-den biri olan Aziz Jerom (347-419) bile, Kutsal şehirde veya civarında olan Meryem'in bir kabrinden hiç bahsetmemektedir. Şüphesiz Gethsemani'den bahsetmektedir, fakat sadece ölümünün arifesinde, İsa'nın dua ettiği yer olarak ve bu olayın anısına inşa edi­len kiliseden bahsetmektedir. Şayet bu aynı yerde Meryem'in kabri üzerinde her hangi bir anıt kurulmuş olsaydı, elbette vicdan sahibi bir tarihçi olarak bunu açıklamaktan kaçınmazdı. IV cü yüzyılda bu bilginin suskunluğu oldukça barizdir. Üstelik aziz Jerom hayatta iken Meryem'e ithaf edilmiş bir kilise vardı. Bu kilise Efes'teydi. Her­kes biliyordu 431 yılında Efes'te üçüncü Ökümenik Konsili toplan­mıştı. Amacı istanbul (o zamanki Konstantinopl) başpiskoposu Nestorius tarafından kabul edilmeyen, Meryem'in ilahi analık vas­fının,'görkemli bir şekilde ilân etmek idi. Konsil Meryem'e ithaf edilen dünyanın tek ve yegâne kilisesinde toplantıya davet edilmiş­ti. Bu kilise Milano fermanından sonra, Konstantin tarafından inşa edilmişti. Bu Hıristiyan tapınağının Meryem'e vakfedilmesi, hatta Efes Konsilinden önce olması, muhtelif şekillerde izah edilebilir: İskenderyeli aziz Kiril tarafından gönderilen Konsile davet mektu­bundan başka, Konsil eylem-lerinden 12 kadar akit (tutanak) ve baş­piskopos Hipatios'un bir meşruhatı üstün bir önem taşımaktadırlar, iyice biliniyor ki Hıristiyanlığın ilk çağlarında, dini kanunlara göre, azizlerin ve din uğruna ölenlerin şerefli hayatı veya ölümü ile şöhret bulmuş yerler üzerine kiliseler inşaası ancak caiz olurdu. Efes'te Meryem Ana adına inşa edilmiş ilk kilisenin mevcut bulunması, Onun burada vefat ettiğini en sağlam delilidir.

MERYEM ANA'YA AİT EVİN YERİ

Tarihin ve efsanelerin birbirine bağlı olan eserinde Gregoire de Tours (538-594), Efes yakınındaki bir dağda bulunan küçük kilise­den saygıyla bahseden ilk kilise yazarıdır. "Efes'e yakın bir dağın tepesinde, çatısız dört duvar vardır, Yuhanna bu duvarların iç tarafında oturmuştur" demektedir. Acaba seyahat eden kişilerin raporlanna istinaden mi bu küçük kiliseden bahsedil-meye başlandı?

Böyle bir durumda ne çok çabuk doğrulayıcı, ne de şüpheci ol­malı.

Kırkıncelilerin (halen Selçuk'ta Şirince köyü) geleneklerine göre Efes'te Bülbül dağında Meryem'in oturduğu Ev'in mevcudiyetine inanırlardı. Bunlar Meryem Ana mevkiinden 17 km. uzaklıkta yerleş­miş ve her sene 15 Ağus-tos'ta (Meryem Ana'nın ölüm günü) ve Miraç' inin olduğuna inandıkları yer-deki mabedi ziyaret ederler idi. Mer­yem'in son günlerini Kudüs'te geçirdiğini savunan Ortodoks kilisesi ne bağlı olan bu Ortodoks köylülerinin ağzından, böyle bir doğrula­mayı duymak şaşırtıcıdır. Maamafih bu Hıristiyanlar, Efes Hıristiyanlarından gelen kuşaklar olduğu ve çeşitli zulümler sırasında Efes'in doğusundaki dağlarda sığındakları düşünürsek, ortada şaşırtıcı bir şeyin olmadığını kabul edebiliriz. Türk dilini konuşup, atalarının örf ve adetlerini korumuşlardı.

Meryem Ana Ev'ini ziyaret günü dağda 5 saat yürüyüşü göze alan bu cesur insanlar, şüphesiz bunu ciddi bir nedene bağlıyorlardı. Bu hususta Mr. Poulin şöyle der: "Bu geleneği onlar icad etmedi. Bu gelenek onlara ne komşuların-dan ne de Ortodoks kilisesinden gel­medi. Peki, ya kimden? Babalarından diye cevap verdiler. Bunu on­lardan daha iyi bilen kimse yoktur."

EVİN MEYDANA ÇIKARILMASI

1881 yılında, Paris piskoposluğuna bağlı Gouyet adında bir rahip, (1774-1824) yazdığı "Hazreti Meryem' in hayatı" kitabında anlatılan Meryem'e ait Ev'in, tanıma uygun olup olmadığını görmek için Efes'e gitmeğe karar verir.

İzmir Başpiskoposu olan Monsenyör Timoni, onu cesaretlendire­rek, araştır-malarına yardımcı olsun diye yanına bir genç verir. Ra­hip Gouyet, çantasına, üzerinde "zavallı, zararsız ve çaresiz bu yol­cuya lütfen saygı gösteriniz" sözlerinin yazılı olan bir pusula koyarak yola çıkar. Yolculuğu sorunsuz geçtikten sonra, Hazreti Meryem'in Evi'ni bulduğunu iddia ederek, raporunu Monsenyör Timoni ile Pa­ris Piskoposluk otorilerine, hatta Roma'ya verir. Fakat başarılı ola­maz.

On yıl sonra, İzmir Fransız hastanesi rahibelerinden Marie de Mandat Grancey, hastanedeki rahibeler camiasına, Katerin Emmerik' in "Hazreti Meryem'in Hayatı" kitabını okutuyordu. Meryem'in Efes'teki yaşamı ve ölümü ile ilgili bölümler bittiği zaman, rahibele­rin rahibi olan Lazarist M. Jung şöyle der: "Efes o kadar uzak değil­dir, gidip görmeğe değer."

Ayni tarihlerde İzmir Fransız Koleji müdürü ve İbranice uzman, Yahudi geleneklerini iyi bilen Lazarist rahip Eugene Poulin'de Katerin Emmerik'in kitabını inceler ve Efes'e bir gezi tertiplemeğe karar verir. Kendisi gitmediyse de iki rahip ve iki katolik görevli gön­derir.

27 Temmuz 1891 de dört kişi yola koyulurlar, Efes'te civarı iyi tanıyan Mustafa adında bir zencinin yardımını isterler.

Fakat bir müddet evvel Mekitarist (Ermeni katolik) bir rahip Değirmendere'-de bir şeyler bulduğunu iddia ettiğinden, Ayasuluk (Selçuk) yerine, Aziziye (Çamlık)dan dolaşırlar. Değirmendere'deki Ortodoks manastırına geldiklerinde heyet başkanı Mr. Jung, oradaki iki papaz'a Hazreti Meryem nerede «öldü diye sorar. Karşılığında "Kudüs te" diye cevap alır. Cevaplarından, Meryem'in ölümü ile ilgili, Bizans'ın resmi geleneğine sadık kaldıkları anlaşılıyordu.

Değirmendere gezisi hiç bir olumlu sonuç getirmediğinden, dört arayıcı Kuşadası'nda gecelemeği ve ertesi gün ellerinde pusula ile Ayasuluk'tan hareket ederek ve Katerin Emmerik'in kitabını rehber sayarak araştırma-larına devam etmeğe karar verirler.

29 Temmuz 1891 günü, saat 11'e doğru yorgun bir vaziyette, tü­tün dikilmiş küçük bir yaylaya varırlar. Susamış olduklarından, tarla­da çalışan kadınlardan su isterler. "Suyumuz kalmadı, fakat manas­tıra gidin, orada su bulacaksınız" diye cevap alırlar. Bir işaretle, ol­dukça harap olmuş bir evi gösterirler.

Susuzluklarını iyice giderdikten sonra dört araştırmacımız etraf­larına bakar ve şaşkına dönerler. Ne? Harabeye dönüşmüş ev, evin arkasındaki dağ, karşılarında deniz fakat...Katerin Emmerik tarafından Meryem in Evi için yapılan tasvirin ta kendisi, tıpatıp uyuyor. Do­nakalmış ve heyecanlı bir şekil-de, ev'i tasvir eden satırları bir daha gözden geçirirler. Vazifelerini tam yerine getirmek için, civardaki tepeleri araştırmak isterler. Katerin Emmerik gerçekten dağın tepe­sinden, Meryem Ana Evi'nin bulunduğu yamaç, Efes ve Deniz görün­düğünü yazıyordu. İki gün boyunca, tepeden tepeye koştular fakat Meryem Ana Evi'nin bulunduğu dağın tepesinden başka hiçbir yer­den aynı zamanda Efes ve Deniz görünmüyordu. Böylece Meryem'in evini bulmuşa benziyorlardı. Sevinç içinde, İzmir'e dönerler ve ke­şiflerini anlatmağa başlarlar.

M.Jung'un amiri sayılan, M.Poulin, meslektaşını şakacı itham ederek, bizzat Efes'e gitmeğe karar verir. Birinci keşif gezisinden onbeş gün sonra, yani 12 Ağustos'ta bizzat dağa tırmandıktan sonra, İzmir'e dönüşünde, tutkuyla meseleye sarılıp, derin ve bilimsel çalış­malarla bu işin peşine düşmeğe karar verir.

M.Poulin gecikmeden 19 Ağustos'ta, ikinci kez Mösye Jung'u ve kültürlü dört katoliği yanına alarak, Efes'in yolunu tutar. Altı gün boyunca fotoğraf çekerek, ölçerek ve önemli veriler elde etmek için orada kalırlar.

M.Poulin'in sık sık ziyaret ettiği ve rahip Gouyet'yi unutmayan İzmir Başpiskosposu Monsenyör Timoni, Efes'teki Meryem Ana'nın evi ile ciddi bir şekilde ilgilenmeye başlar. Başkanlığında, yedi rahip ve beş laikten müteşekkil uzman bir heyet kurar.

1 Aralık 1892 tarahinde Monsenyör Timoni başkanlığındaki 12 kişilik heyet Meryem Ana'ya çıkar. Heyet, an­lattıktan ile bariz bir benzerlik olduğunu farkeder, yerinde hemen usulüne uygun şekilde bir tutanak tanzim edilir ve heyet üyeleri tara­fından imza altına alınır.

Mösyö Jung'un Panaya Kapulu'yu keşfettiği tarih sayılan 29 Temmuz 1891 ile Monsenyör Timoni'nin aynı yere çıktığı tarih olan 1 Aralık 1892 arasında, rahibe Marie de Mandat Grancey bu yerin mülkiyetini kendi adına geçirtmek için çalışır, bu yerin satın alma görüşmeleri 15 Ocak 1892'den, 15 Kasım 1892 tarihine kadar sü­rer. Demek oluyor ki, rahibe Marie de Mandat Grancey bu yerleri satın aldıktan 15 gün sonra monsenyör Timoni Meryem Ana'ya çı­kar.

Sonradan Mr.Poulin'in yazdığı gibi ev, çok güzel sekiz çınar ağa­cı ile çevriliydi. Bu çınarların bir kaç metre ötesinde, akarsuya doğ­ru, uzun ve narin bir kavak ağacının tepesi ince bir ok gibi yükseliyor­du. Bu büyük kayalıkların eteğinde, onu koruyan ve hükmeden bu dağda, koruyucu gölgeleriyle örtercesine gizleyen kavaklar altında, sanki bir sır saklıyormuş gibi bu tarihi ve küçük kilisenin, güzel ve saygıdeğer bir görünüşü vardı. Uzakları gözetleyip, yaklaşan düşmanı haber verircesine yükselen narin kavak ağacı ise, gelen ziyaretçilere sanki "Gelin burasıdır" diye sesleniyordu. (Poulin, Panaya Kapulu tarihi, el yazısı 1 cilt, sahife 30).

Mr. Poulin, yazılarında küçük kilise için "güzel ve saygıdeğer" olarak bahsetmektedir. Gerçekte Ev'in çatısı yoktu, dört duvar ise pek iyi bir durumda değildi. Rahibe Marie de Mandat Grancey kendi imkânlarıyla, drahomasının bir kısmını Ev'in tamiri ve civarının tan­zimi için hasreder.

Temmuzdan, Aralık 1894'e kadar çeşitli işlere girişilir. Böylece su kaynağına bir kanal açılır, daha pratik yollar tanzim edilir, küçük kilisenin bulunduğu yerden daha aşağısında teraslar yapılarak, bura­ya sebze bahçesi tesis edilir. Daha sonra, ziyaretçiler için, barınacak bir yer ve rahibeler için bir ev inşa edilir. En büyük problem ise küçük kilise idi. Hiçbir şeye dokunmamak için, bu dört duvarın üstüne istinad ettirilen camla örtülü bir çatı yapılır.

Böyle bir çatının, estetik kıymeti tartışma konusu olabilir, acaba mimari açıdan daha iyi yapılamaz mı idi? belki böyle yapmakla Meryem'e ait Ev'in harabeleri korunmuştur.

İzmir'de Sen Polikarp kilisesinde, bugün hala görülebilen freskleri yapan mimar Raymond Pere, küçük kilisenin içinde mermerden kü­çük bir mihrap yapar, işte bu devrede, bir kenarında Meryem Ana heykeli dikilen ve küçük kiliseye doğru giden yolun sağına ve soluna zeytin ağaçları dikilir.

17 sene bu yerlerin sahibesi olduktan sonra, 1910 yılında rahibe Marie de Mandat Grancey, bu yerin mülkiyetini Mr. Poulin'e devreder 1915 yılında bu asil rahibe vefat eder.

1914-1918 savaş yıllarında, mülkiyet ile meşgul olunamamış. 1920 yılında, lazarist rahip olan Mr. Euzet ve Saint - Germain, Mer­yem Ana'ya çıktıklarında, Ev'i korumak için yapılan çatı mahvedil­miş, civarındaki güzel yeşil meşeler kesilmiş ve mihrabın parçalanmış olduğunu görürler. Dereye atılmış olan ve elleri kopmuş Meryem Ana'nın heykelini bulurlar. Bu heykel ancak 1931 yılında şeref köşe­sinde yer alır.

1928 yılında vefat eden Mr. Poulin, el yazısı ile yazılmış vasiyet­namesine istinaden Meryem Ana mülkiyetini, Mösyö Euzet'ye bıra­kır.

Ancak, 1917 yılında mülkiyet, Devlet Hazinesinin namına geç­miştir. Bundan ötürü dava açmak mecburiyeti hasıl olmuştur. Mahke­mede ilk hamlede Meryem Ana'nın yeri cebel olmadığını ve ziraat yapılabilir tarla olduğunu ispatlamak gerekiyordu. Bundan başka va­siyetnamenin Türkiye'de, İsviçre kanunlarından alınan Medeni kanu­nun meriyete girmesinden önce düzenlendiği ispatlandı. En sonunda, 1932 de Yargıtay Mr. Poulin'in vasiyetnamesine istinaden, Mr. Euzet' ye mülkiyet hakkını tanıdı.

1947 de, bütün ormanların Devlete ait olduğu gerekçesiyle, yeni bir istimlak tehdidi ile karşı kalındı ise de Meryem Ana sahasında Orman ağacı niteliğinde ağaç olmadığını ispat etmek zor olmadı.

Nihayet, 1951 de Mr. Euzet, mülkiyeti, "Panaya Kapulu" Derne­ğine hîbe eder. Türk Hükümeti tarafından tanınan bu dernek daha sonra "Hazreti Meryem Ana Evi Derneği" olarak isim değiştirerek bu antik hırıstiyan madebini restore etmek ve daha iyi kıymetlendirmek için gerekli fonları toplamağa yetkili kılınır.

Bu derneğin çalışmaları ve Mr. Quatman ve Doktor Gschvvind yardımları sayesinde Meryem Ana Evi ve sahası kıymetlendi. Diğer taraftan, 1950'de hıristiyanlık için yüce sayılan bu yerin turistik de­ğerini anlayan Türk Hükümeti, bugün Meryem Ana'ya çıkmak için takip ettiğimiz yolun döşenmesine özen göstermiştir.

ARKEOLOJİ

1892 de Atina Fransız okulunun iki üyesi Meryem Ana'ya çıka­rak bu dini yerin ne denli eski bir eser olduğunu kavrarlar ve ikna olmuş bir vaziyette ayrılırlar. 1898 de Fransız hükümetinin mimarı olan Mr. Carre, derinlemesine yaptığı bir inceleme sonunda, bu önemli yapının birinci yüzyıla ait olduğunu teyit eder. Efes Artemis tapınağı araştırma müdürü Oxford'lu M.Hogart ve İtalyan Hükümeti­nin resmi mimarı M.Rosetti, aynı görüşü paylaşırlar. Daha sonraki yıllarda R.P.Lagrange ve M.Lambakis yaptıkları açıklamalarla, her ne kadar yapının daha yakın bir tarihe rastladığını söylerlerse de son araştırmalar Meryem Ana'ya ait Ev'in temelleri birinci yüzyıla ait olduğunu açıkça göstermektedir. 1966'da profesör Prandi'nin mahal­linde yaptığı kazılara istinaden, 1967 yılında Portekiz'in Lisbonne şehrinde aktedilen Beynelmilel Mariolojik (Meryem Ana ile ilgili) kongrede, verdiği izahata göre, küçük kilise duvarlarının, yapıcıların yıkmak istemedikleri daha eski temeller üzerine işlendiği ve yaptığı kazı esnasında bulduğu üç kabirden cesedin yönü Meryem Ana Evi'ne doğruydu, bu da Meryem Ana'ya ifade edilmek istenen saygının işa­reti olduğunu izahatına ilaveten bildirdi.

DİNİ ZİYARETLER

Ev'in keşfinden beş yıl sonra, yani 1896 da, Meryem Ana'ya ilk dini ziyaret gerçekleşir. Mr. Euzet'nin bildirdiğine göre, iki tren İz­mir'den Efes'e 1300-1400 kadar hacı namzetini taşır. Bu gruplardan büyük bir kısmı dağa doğru yönelerek çıkmağa başlar. Hatıralarda kalacak değerde bir manzara oluşur,kimi zigzaglı patikalardan, kimi yaya, kimi eşek veya at sırtında toplu vaziyette, kimi ise biraz ileride dağınık vaziyette ilerlemeğe çalışır. Diyebiliriz ki o zamanlar Meryem Ana'ya çıkmak büyük bir gayret gerektirirdi, çünkü yukarı­ya çıkabilmek için yol yoktu, yorucu patikalarda ilerleyerek oraya çıkmak mümkün oluyordu. 1908'de lazarist bir rahip, yolun yorgun­luğundan bir daha kalkamayacak vaziyette, küçük kilisenin bir kaç metre ötesinde yere yıkıldı.

Yurt dışından ilk defa 1906 da dini amaçla ziyaretçiler gelir. Grup'un başında profesör Miner ve rahip Kayser vardı. Bu grup onu protestan olmak üzere 47 kişiden ibaretti, ikinci dünya savaşına ka­dar, her ne kadar büyük hac ziyaretleri olmamış ise de, bazı ünlü kişi­ler Meryem Ana Evi'ni görmek isterler. Bunların arasında, rahip Lagrange, rahip Joüon, kardinal di Lai ve baron de Vaux,

1914 ile 1927 yılları arasında bu yerde hiç bir dini tören yapıl­mamıştır. 1929 senesinde Mr. Euzet, küçük kilisenin zemini sığır te­zekleri ile örtülü olduğunu belirtir. Birinci Dünya Savaşı öncesi örf ve adetlerini devam ettirmek isteyen lazarist rahiplerle, Fransız Has­tanesi rahibeleri 1932 de okul talebeleri ile Meryem Ana Evi'ne bir ziyaret gezisi tertiplerler. Dört yıl boyunca bu böyle devam eder. Ancak 1937'den 1949'a kadar Meryem Ana'ya hiç bir ziyaret gerçek­leşmez. Ancak 1949'da İstanbul'dan bu yeri ziyaret etmek üzere ge­len bir grup için Başpiskopos Descuffi'nin başkanlığında, çatısız kü­çük kilisede, bir ayin kılınır.

1950 senesi, Meryem Ana tarihinde yeni bir devrin başlangıcı olduğu kabul edilebilir.

Roma'da 1 Kasım 1950'de, Hazreti Meryem'in göğe çıkışı inanı­şının kutlanması münasebetiyle, II Dünya Savaşı esnasında İstanbul' da Küçük Asya antikalarını etüd eden, Basel şehri rahiplerinden Monsenyör Gschvvind, 1 Kasım günü İstanbul'dan Efes'e bir hac ziyareti tertip etti. Bu olay Türk basınının ve diğer ilgililerin dikkatlerini Panaya Kapulu'ya çekmeğe yetmiştir. Türk Hükümeti, hemen bir yol inşa eder ve böylece arabalarla, küçük kilisenin önüne kadar git­mek mümkün olur.

O tarihten beri turistler ve dini amaçla gelen ziyaretçiler, her mevsimde hiç eksik olmazlar. 1982 yılının istatistikleri, hıristiyan ziyaretçilerin 200.000 kadar olduğu tahmin edilmektedir. Zikredil­meğe değer bir nokta ise Müslümanların da, aynı sayı raddesinde ol­malarıdır.
1892 yılının sonlarına doğru, İzmir Başpiskoposu Monsenyör Timoni, Meryem Ana ile ilgili ilk resmi anketini yürütür. Rahibe de Grancey, beklemeden keşfin Papalığa bildirilmesi için zorlar. Ancak rahip Poulin bildirmeden evvel, azami olumlu verilerin elinde bulun­masını ister. 1895 de Papa 13 cü Leon, Yakın Şark'ta ayin usulleri sorunu üzerinde çalışmada bulunacak bir heyetin başkanı olan Fran­sız Papalık Semineri Müdürü, Filistin'de Meryem Ana'ya ait Ev'in keş­fini duyan T.R.R. Eschbach, Mr. Poulin'den, Meryem Ana'ya gidebil­mesi için bir refakatçi ister. Mr.Jung refakatçi olarak tayin edilir. Roma'ya dönüşünde T.R.R. Eschbach, Papa 13 cü Leon'a bilgi verir ve Meryem Ana ile ilgili resimleri gösterir. Papa bunları inceledikten sonra muhafaza eder.

Basın, büyük bir hızla, Meryem Ana'ya ait Ev'in keşfinden bah­setmeğe başlar. Başpiskopos Monsenyör Timoni mesuliyeti altında 'Panaya Kapulu" adı ile bir broşür yayınlanır. Bu olaylar 1896 yılın­da cereyan eder. Papa X Pie ve Papa XI Pie, bu küçük bilim eseri olan broşürü okuduktan şonra,''böyle çekişmeli bir konu üzerinde yazdık­larından ötürü yazarları tebrik"ederler.'

1931 yılında, Efes Konsili'nin 15 inci yüzyılı münasebetiyle, son­radan Papa XXIII cü Jean olarak isim alan Bulgaristan Başpiskoposu Monsenyör Roncalli, İzmir Başpiskoposu Monsenyör Tonna ile bir­likte Konsilin yapıldığı kiliseye giderler, ancak yolun elverişsizliği nedeniyle, Meryem Ana'ya çıkamazlar. 1937'den 1966'ya kadar İzmir Başpiskoposu olan Monsenyör Descuffi'nin ölçüsüz eserlerini unutmamak gerekir. Direngenliği ile Meryem Ana'yı bir Meryem sev­gisi merkezi haline getirdi.Yetmiş beş yaş sınırını geçiren İzmir Baş­piskoposu 28 yıllık hizmetinden sonra istifasını verdiğinde yaptığı hizmetlerden dolayı Papa, kendisinden övgüyle bahsedeceğini söyler.

Bu sözler karşısında duygulanan Başpiskopos , Papa'yı Mer­yem Ana'yı ziyaret etmek üzere Türkiye'ye davet eder. VI Paul ken­dilerine gülümseyerek şöyle der: "Kimbilir ! Tekrar görüşürüz !"

VI. PAUL VE II. JEAN PAUL'UN MERYEM ANA'YA ZİYARETLERİ

VI Paul sözünü tutarak Türkiye'ye gelir, İstanbul'da muhteşem bir karşılama töreninden sonra, 26 Temmuz 1967 günü Meryem Ana' ya saygılarını sunmak üzere Efes'e gelir. VI Paul, onu alkışlayan top­luluk arasından Meryem Ana'nın Evi'ne girer. Kudüs'ü ziyareti esna­sında Getsemani (Meryem Ana Kabri)yı Öylesine şereflendirilmemişti. Meryem Ana Evindeki mihrabı önünde uzun süre dua eder. Berabe­rinde getirdiği kendi armaları ile süslü kandili yaktıktan sonra Mer­yem Ana Evi'nden ayrılır. Dernek İdare Heyeti üyelerinin saygılarını kabul eder. Üzerinde Meryem Ana Evi resmedilmiş bir altın plaket, Dernek İdare Heyeti tarafından Papa'ya verilmiştir.

Halefi olan Papa II Jean Paul, 30 Kasım 1979 tarihinde. Meryem Ana'yı ziyaret ederek toplanmış hacı ve turistler önünde, bir ayini ifa ettikten sonra Türkiye'ye geliş sebebi olan Meryem Ana'dan ay­rılmıştır.

Papaların bu hac ziyaretleri, dini inanç ve arkeolojik açıdan belki yeni bir şey getirmemiş olabilir, ancak basın ve televizyon aracılığıyla bütün dünyaya "Meryem Ana Evi'nin Esrarını" tanıtmışlardır












TOPLAM 31399 ziyaretçi (48477 klik) kişi burdaydı!
azizmeryem.tr.gg .
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol