RUHBANLIK
Bütün Hıristiyan Kiliselerinde ve Mezheplerinde Rahipler vardır, bir ruhbanlık sınıfı mevcuttur; böylece Allah'ın mutlak salahiyeti veya yetkisi sınırlandırılmaz mı? Hem de böylece Allah ile kul arasında bir nevi aracılık ya da arabuluculuk oluşur; bu durum insanların hürriyetini ve bağımsızlığını kısıtlamaz mı?
Ruhbanlık sınıfı denilen din adamları vardır ve eskiden beri, Hıristiyanlığın ilk senelerinden beri vardı, bu bir gerçektir; bu müessese M. İsa'ya kadar uzanır: kendisi on iki havariyi Filistin köylerine göndermiştir (Mt. 6,6-7). Dirildikten sonra da şakirtlerine "Peder beni gönderdiği gibi, ben de sizi gönderiyorum" diye hitap etmiştir (Yu. 20,21) ve Peder'e dönmeden biraz önce yine Havarilerine "gidin, bütün ulusları eğitiniz" diyerek, onları dünyanın dört bucağına göndermiştir (Mt. 28,18-20; Mk. 16,16-17). Havariler de ilk Hıristiyan cemaatlerini kurdukları zaman her cemaatin başına bir yetkili takdis ve tayin etmişlerdir (H.İ. 14, 24; 20, 28 vs. Tit. 1, 5). Bu emirler İncil'de, hem de açık bir şekilde kaydedilmiş olmazsaydı, hiç kimse bu nevi yetkileri benimsemeyecekti.
Havarilerin ölümünden sonra bu yetkililer onların yerlerine geçmişlerdir; bunlara isim olarak, gözetmen ya da başkan manasına gelen Episkopos ya da kıdemli manasına gelen Presbyteros isimleri verilmiştir; onlar da kendilerine yardımcı olarak ve onların yerini doldursunlar diye, başkalarını takdis ve tayin etmişlerdir; bunların ismi de rahip veya kahin olmuştur ve bu durum günümüze kadar devam etmiştir.
Rahip veya Kahin denilen Hıristiyan din adamlarının görevleri ve yetkilerine gelince, bunlar Yeni Ahit'te şu şekilde belirtilmişlerdir: "İnsanlar arasından seçilmiş olan her başkahin, günahlara karşılık adaklar ve kurbanlar sunmak üzere Allah'la ilgili konularda insanları temsil etmek için atanır". (İbr. 5,1; bk. İbr. 8,3). Demek ki rahip insanlar ile Allah arasında gerçekten bir nevi mutavassıt (aracı) görevini görür; ancak bu gerçek, Allah'ın kudretini ya da mutlak salahiyetini ve kadirliğini kısıtlamaz; Allah istediği zaman lütuflarını istediği kişilere doğrudan doğruya ihsan edebilir; ayrıca bu müessese, biraz önce görüldüğü gibi, M. İsa'nın kendisi tarafından tesis edilmiştir, demek ki, bizzat Allah tarafından istenmiştir, insanlar için kurulmuştur; rahiplerin görevi Kilisenin görevini yerine getirmektir, o da, No. 5'de gördüğümüz gibi, İsa'nın eserini, yani kurtuluşu devam ettirmek ve dünyanın dört bucağına götürmektir.
Kilise'nin - ve dolayısıyla rahiplerin - en önemli görevlerinden biri de ilahi gizemleri ya da kutsama âyinlerini icra ederek, onların vasıtasıyla müminlere ilahi lütfu ya da kayrayı ihsan etmek ya da ulaştırmaktır; örneğin: Kutsal Efkaristiya ya da Kuddas âyini yerine getirmek, günahları çıkarmak vs. Rahipler bunu kendilerinin namına veya kendi başlarına, sanki kendi şahsi yetkileri ya da şahsi bir üstünlükleri varmış gibi yapmamaktadırlar; bu yetkiler kendilerine Kilise vasıtasıyla M. İsa tarafından gelip verilmiştir. Bu şekilde, İsa insanlara bu yetkileri vererek, insanların kendi kurtuluş eserine etken bir şekilde iştirak etmelerini istemiştir.
Bu hususiyet Allah'ın mutlak salahiyetini sınırlandırmaz veya insanların hürriyetini kısıtlamaz, çünkü her mümin, her Hıristiyan daima ve ne zaman, nerede ve nasıl isterse doğrudan doğruya Allah'a yalvarabilir, övgü ve şükran dualarını doğrudan doğruya Allah'a yöneltebilir; bir arabulucu varsa, o ancak M. İsa'dır; bu gerçek Aziz Pavlus'un şu sözlerine dayanmaktadır: "Allah ile insanlar arasında tek bir aracı vardır, o da insan olan ve kendisini herkes için fidye olarak sunmuş olan Mesih İsa'dır" (I. Tim. 2,5). Rahibin görevi hıristiyan cemaatinin aleni ibadetlerini düzenlemek ve yönetmek, Efkaristiya sırrını icra etmek ve İncil'i açıklamaktır.
Aynı zamanda, Allah da istediği zaman ve istediği şekilde inayetlerini, lütuflarını istediği kişilere doğrudan doğruya ihsan edebilir ve etmektedir; yani M. Ö. ve bugün de Hıristiyan olmayan birçok kişi Allah'ın yolundan gitmektedirler. Ancak, rahiplerin vasıtasıyla verilen inayetler insanlar için daha emindir; örneğin, her Hıristiyan Allah'a yalvararak günahlarının affını dileyebilir, ancak Allah onları gerçekten affetti mi, affetmedi mi, bunu bilemez; ama bir rahip önünde günahlarını itiraf ederse ve rahip kendisine "Senin günahların affedilmiştir" derse, Allah'ın affından emin olabilir, zira M. İsa rahiplerine bu yetkiyi vermiştir (bk. daha ileride, N. VIII). Veya herkes Hıristiyan olmayı arzu edip bu dini öğrenebilir, onun buyurduğu ibadetlerini de yerine getirebilir, ve bu şekilde kendisini kalpten Hıristiyan sayabilir; fakat vaftiz olursa gerçekten aleni bir şekilde Hıristiyan cemaatine girmiş olacak, gerçekten ve resmen Hıristiyan olmuş olacaktır